Uykusuzluk sarmışken bütün organizmayı ne yapmalıyım da bir an önce uyumalıyım diyerek düşünürdüm çoğu zaman. Düşünmek uykusuzluğumu azaltırken beynime yaptığım egzersizlerle sanırım bir maratona katılsam uzak ara birinci olurdum. Saat birde yatağa girip saat üçte bir şeyler yazma isteği bunun en belirgin ifadesiydi galiba. Tek bir anlamı vardı gecenin. Güneşin olmayışı ve ampullerin kapanışı. Ama tek anlamı bu olmamalıydı yalnızlığımın.
Karanlık sarmamalıydı beni. Alıp götürmemeliydi kötü yerlere. Aydınlığım yenmeliydi bu karanlığı. Cezaevindeki bir mahkumda uykusuzdu, genelevde hayata direnen bir hayat kadını da. Aynı anda kim bilir kaç kişi uykusuzdu karanlığın hükmünde. Ama bendeki farklıydı. Yorgundum ama değildim. Tiyatroda sahnelenecek oyuna bir saat kala kulisteki bir oyuncu gibi istekli çıktım yatağımdan. Önce ışık, bir sigara ve kalemi alıp kağıda akmalıydım. Gecenin anlamını yazmalıydım uzun uzun.
Eminim herkes için farklı anlamlar yüklüyordur gece. Karakolda nöbet tutan bir er için sevgiliye duyulan özlem ve korku, hastanede ağır hasta yakınını bekleyen insan için hayatın önemi ve ölüm, ertesi gün yoğun şeyler yaşayacak bir genç için dinlenme, birbirini düşünen iki sevgili için uzaklık, meyhane masasında son kadehini içen adam için hüzün ve sarhoşluk, gecenin bu saatine kadar sevişen iki sevgili için güzel bir yorgunluk ve saymakla bitmeyecek canlı için saymakla bitemeyecek farklı anlamlar.
Ama benim için yalnızlıktı bugünkü anlamı. Ve bu yalnızlığımı, kökeni ağaç olan iki nesne ile paylaştım. Kağıt ve kalem. Buydu benim uykusuzluğumu yorarak beni uyumaya zorlayacak olan. Yazmak ve yazdığım her kelimenin harfinde harcadığım enerji yoracaktı beni. Hayat devam edecek, geceler ve karanlıklar saniyeler aktıkça günlerce, aylarca devam edecek. Ama asla anlamını yitirmeyecek geceler anlamlı yaşayan insanlar için.
İyi geceler gece ve karanlık. İyi geceler yalnızlık